United Kingdom etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
United Kingdom etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Şubat 2015 Çarşamba

Biri Soğuk mu Dedi? Brighton'dan Kocaman Bir BRRRRRRRRRRRRRRR

Herkese Merhaba,

UK kuzey konumlu bir ada ülke olduğu için yılın her mevsimi Doğu Karadeniz iklimi gibi, kapalı ve yağışlı. Gerçi burda bir parantez açarak ağustosta bizim memleket bu denli de soğuk olmaz demek isterim :). İngiltere seyahatini ramazan bayramı ile birleştirip ağustosun 19-27 aralığına planlamıştım. Valize de, alışverişi oradadan yaparım cinliğiyle artı yaz mevsimi diye ince bluzlar, kısa şortlar koymuştum, son anda n'olur n'olmaz diye bir iki hırka bir de spor ayakkabı eklemeyi ihmal etmediğim için kendimi tebrik ederim :P...

Brighton hakkında kısa bir bilgi:  İngiltere'nin güney-doğu bölgesinde Manş Denizi kıyısındadır. İdari olarak Brighton ve Hove'a bağlıdır.Bu kadar yeterli hadi gezelim :)


Londra'da hava bir nebze yumuşaktı, lakin Brighton'da otobüsten inip Inan'ın sahil şeridinden yürüyerek gezdirecem demesiyle başlayan anaaa bu ne yavrimmm buzzzz muhabbetimde tavan yaptı. Hatta yol üzeri bir Costa'ya kendimi atıp biri çikolatalı biri de bluberry'li muffini mideye indirdim, kahvemi hüplettim :).


Sonra sırt çantama yedek olsun diye koyduğum hırkam, az biraz durum kurtarma çalışması yaptığın için tx.. Zürafanın düşkünü Beyaz giyer kış günü nağmeleriyle yürüyüm ısınırım sanırsam diye kendimi bu güzel kentin caddelerine salıverdim...



Gezerken ya daha önce sanırım buradan geçmiştik derken buldum kendimi.. Heryer biribirine benzeyen binalarla dolu.. Biri hariç The Royal Pavilion Palace.. Mimarisiyle gözden kaçmayacak kadar ihtişamlı.. 18. yy'da Galler Prensi için yapılan fantazi köşk!



Royal Pavilion Palace
Sarayın gezilebilen bir bölümü müzeye dönüştürülmüş. Oldukça orjinal eserler var. Görmeyi ihmal etmeyin. Giriş ücretsiz. Birde çıkışta hediyelik eşyalar bölümüne de bakın :)


Tabi bu gezi sırasında değişmeyen gerçek üşümeye devam edişim :). O can havliyle yine de gözüm, alışveriş caddelerindeki renkli vitrinlerde gezinmeyi ihmal etmedi...  Yanımda iç sesim olan İnan'ın ya Meleğim alışverişe mi geldik tekerlemeleri beni durduruyor olsa da, bir cinlik yapıp sezonda neler varmış diye kontrol etmeyi ihmal etmedim tabi :) Bide sık sık aldığımız kahve aralarını da eklemek isterim :)

Çantamdaki son savasçıları da giyip mutlu mesut ama üşüyen ben!




Renkli caddelerden ara sokaklara girdiğinizde kendinizi kaybedebilirsiniz. Oldukça sevimli butikler var. En eğlendiğim bölümse, aslında bir Dikim atölyesinin vitriniydi. Her Genç Kızın Hayalı Singer Dikiş Makinesi ahahahah... Sanırım İnan'la bu bölümde koptuk.!! itiraf ediyorum oldukça neşeli kahkahalar attık... Tabi etrafımızdaki gözlere aldırış etmeden!


Tabi bide acıktık, dışardan mekanları göz ucuyla sezip, işte budur diye bir mekanda soluğu aldık.. Dekoru süperdi... Duvardan tavanına kadar özenle tasarlanmış bir yer olduğu aşikar! Tabi seçtiğimiz mönü de takdire şayan! O koca burger'i yemek hiç de zor olmadı :)))

Tavanda ki detaylar...


Minik Burger'im :)

Akşam ilerleyen saatlerdeyse, girişinden itibaren oldukça davetkar olan bir English Pub'da günü tamamladık.. Tabi ben ısınamamaktan hallice kahveyle günü bitirenlerden oldum...




Brighton'da 2. günün özeti ise şöyle: Sabah kahvaltısında deniz kenarı tercihimiz oldu.. İyi de oldu.. Sonra klasik güneşlenme faslı.. Yine sahil kesiminde oldukça büyük bir Luna Park var, içinde oyun alanları dünya mutfakları vb.bulunan. Benim gözüm sıcak bişeyler olsa da içsek diye mekanları tararken, çay alabileceğimiz bir çin restaurantını gördüm (aslında büfe kıvamında-take off mantığıyla zaten çalışıyorlar). Çayların olmasını beklerken, çinli hatunun hijyenden bi haber rahatlığı beni rahatsız etti! Allah'tan çayı da nasıl yaptığını gördüğüm için içerken bir nebze içim rahattı. Oldukça büyük olan bu alan mendirek üzerine konuşlandırılmış..  En heyecanlandığım bölümüyse, denizin üzerinde binmeye hiçte cesaret edemediğim o adrenalin oyuncaklarındakileri izlemekti! ben izlerken yüreğim ağzıma geliyordu, gerçi üzerindekilerin çığlıklarından anlaşıldığı kadarıyla onlarda da durum farklı değildi...

Güneşi gördüm yuppiii :P




Akabinde caddeler arası keşif..Brighton'da en çok hoşuma giden şeylerden biri ara sokaklardaki küçük İngiliz butikleri.. Enteresan güzel el yapımı tasarımlara rastlayabiliyorsunuz. Birde hala unutumadığım, doğal ürünler kullanılarak hazırlanmış parfüm, krem, kurabiye gibi seçenekleri olan ama aslında bir kozmetik dükkan havasındaki o dükkan ve sahibi olan tatlı teyze... Kendime neden o el kreminden stok yapmadım ki diye kızıyom da... Neyse ki, İnan hala orda :). Bir siparişime bakar :)



Yine itiraf etmeliyim ki, aynı dükkandan aldığım kurabiyelerin kutusuna vurulmuş olsamda, tadı hiç de başarılı değildi.. İngiliz çaylarına ise laf söyleyemem hakkını da teslim ederim ;)

Akşama doğruysa, sanırım İngiltere'nin tek yerli yemeği olma özelliğine sahip fish&cips and beer denemesi vaktiydi :). Ben deniz çocuğu olduğum için, balığı da denizi olan yerde tatmayı tercih edenlerdenim, özellikle ilk denememse ;). Nasıl diye sorarsanız, yorumsuz diyebilirim denemekte fayda var ;)

Fish&Cips

Kısa Notlar: Tatil için tercih ettiğiniz tarih aralığındaki hava koşullarına uygun kıyafet tercih etmek önem arz ediyor. Her ne kadar yaz da olsa, denize kıyısı olan bölgeler, içte kalan bölgelere oranla daha soğuk olabiliyor. Hava şartları normal seyretse bile denizden gelen esinti fazlasıyla çarpıyor!!!!



Londra'da nerede kalmıştık... Londra ile defammm :))) edilecek efenim!

Sevgiler Sevgiler...

Melek K.

9 Şubat 2015 Pazartesi

London London :)

Herkese Merhaba,

Aradan geçen 3 yıla rağmen her anını gülümseyerek hatırladığım, güzel birikimlere sebep ülke İngiltere.. Tabi bunun mimarı şüphesiz en değerli dostlarımdan biri olan Inan :) hadi bu 9 günü aralayalım...

Yazmazsam olmaz dedirten ilk şey İnan sana gelsin "1-7-6 to Penge" ahahahaha bak bunu işte hiç unutamıyorum :).. Bu ne mi? Kaldığımız semte ulaşım için kullandığımız otobüs hattının özeti, her durakta istsnasız kulaklara çalınan şey :) aslında otobüsün son durağı...



Nereden başlasam nasıl anlatsam ne tavsiye etsem kafamı toparlayamıyorum resmen! İlkkez bir tatilde neler yapılacağını ben planlamadığım için yazmakta da zorlanıyorum :). Bu tatil İnan'ın perspektifinde oldu. İyi de oldu, çok güzel yerler gördüm deneyimledim sayesinde :)



İlk günden başlayan aksiyonlar ki hatırlarsanız giriş skandallı yazımdan çok renkli bir tatil olacağı zaten belliydi. İlk gün zorlu havaalanı maceramızdan sonra kendimizi eve attık, bir soluklanalım bişeyler atıştırıp enerji depolayıp çıkalım diye.

Inan'dan Makarinaa :P

Sonrasında, yol üzerinden bize dahil olan Ceren ile -ki o Greenwich'e çok yakın bir yerde yaşıyor- 0 noktasında soluğu aldık. Greenwich! gerçi geç bir saatte gittiğimiz için yakınına kadar girişimize izin verilmese de 0,001 kadar yakın olduğumu hissettim :D

Greenwich London
Ertesi gün gezilecek çok yer var gerekçesiyle sabah 8 de güne başladık. Gerçi hergün istisnasız 8 dedi mi kurulu saat gibi uyanıyorduk. Kahvaltı ve ardından Londra sokaklarında keşiflere geçiyorduk. Ulaşımın olukça rahat olduğu bu metropolde siz siz olun, underground haritası edinmeyi ihmal etmeyin. Nereye varmak istiyorsanız, hat değiştireceğiniz durakları kaçırmamak adına elzem. 5 yıldır bu şehirde yaşamasına rağmen İnan da bu yöntemi izleyenlerden ;). Londra'da 2. günümün ilk ayağını Thames nehri ve çevresindeki güzellikler oluşturuyordu. Thames nehrinin üzerinden yükselen, heybetiyle insanları büyüleyen mimari bir harika kuşkusuz!! Tower Bridge. 2012 Dünya olimpiyatları o yıl Londra'da oldu. Benim ziyaretimden bir kaç hafta önce de tamamlandı. Şehrin her yerindeyse izleri kaldı. Köprüde de :). Bu köprü Londra'nın simgelerinden biri. Nehir üzerinde birden fazla köprü var. Milenium köprüsünden karşıya geçtiğinizde dünyanın en büyük 3 kilisesinden biri olan St. Paul'a ulaşabiliyorsunuz.





Wesminster Abbey

Millenium Bridge

St Paul
Yolu uzatarak Royal Opera binasının önünden geçip dinlenmek için, Londra'nın bir başka simgesi olan parklarından birinde  mola vakti ve Soho Park :). Burası özgürlükler kenti dedirten olaylara şahit olabilirsiniz. Şansıma havanın güzel olduğu nadir günlerden biriydi. İnsanlar güneşi görünce parklarda giysilerini çıkarıp mayolarıyla güneşleniyorlar :) Deniz yoksa güneşlenmek yasak mı kardişimm ahahahahah..

Soho Park da mola

Moladan sonraki durağımız City, Big-Ben ve Parlemento Binası.

Parlamento ve Big Ben


Yine bu bölge'de, nehrin üzerindeki westminter bridge'dan karşıya geçince kentin simgelerinden olan London Eye'a ulaşabilirsiniz. Uzayan kuyrukları görünce binmekten vazgeçip bu devasa dönme dolabı görebileceğim bir yerde konuşlanıp izlemeyi tercih ettim.

London Eye

Bu şehirde hemen hemen birçok yerde karşılaşacağınız bir diğer manzarada sokak showları. Biz birtane yakaladık kendimize bir yer bulduk ve seyre daldık...




Araya Brighton alıp tekrar Londra'ya dönüş yapacam...

Sevgiler

Melek K.


21 Ekim 2014 Salı

Ingiltere'de Hasta Olmayın AMAN!!!!

Londra'daki 5. günüm..

Bu arada, İngiltere anılarımı okuyanlar bi korkacak diye düşünmüyor değilim hani!

Tatilin kötüsü olmaz da, istenmeyen gelişmeler yaşandığında, çözüm için, bulunduğunuz ülkedeki yaklaşımları gördüğünüzde hizmet anlayışını fazlasıyla anlayabiliyorsunuz.. Benim için öyle oldu..

Londra'da gezerken, oldukça fazla türkle de karşılaşabilirsiniz. Şaşırmayın Türkiye'de değilsiniz, ama türk yoğunluğu hissedilebilir bir başkenttesiniz, benim kaldığım lokasyona yürüme mesafesinde Sema Coffee bile vardı :). Ankara Antlaşması vizesi ile 5 yıl boyunca bu ülkede yaşayıp çalıştığınızda, vergilerinizi düzgün yatırdığınızda, banka hesaplarınızda belli bir para akışı da varsa, olumlu not alıp, bu ülke'de oturma iznine sahip olabiliyorsunuz.. Neyse, ben bu ülkeye nasıl yerleşilire değinmektense, orda ki hakaten bir facia olan sağlık sisteminden bahsetmeyi tercih ederim.

Ingiltere'de sağlık hizmetleri ücretsiz. Yani herkes'e hizmet veriliyor. Ilk etapta bu uygulama insan hakları açısından ele aldığınızda oldukça iyi gözükse de, sağlık problemi yaşayıp tedavi için bir hastaneye başvurduğunuzda yetersizliklerini de sıkıntılı süreçlerini de fazlasıyla tecrübeliyorsunuz.


O gün, güne oldukça güzel başladık. Otobüsten inip, Saray'a gideceğimiz hat üzerinde kokusuyla bizi davet eden waffle'cıyı da pas geçmedik. Şansa bakın Türk çıktılar iyi mi? :)

 
Buckingham Palace gezisinden sonra, yürüyerek önce park keşifleri yaptık.

Buckingham Palace


Bu parkta birde koluma talih kuşu kondu :P




Suratımdan anlaşılacağı üzre, midemdeki ilk gergin anlar
Caddeler boyu yürüyerek kendimizi Trafalgar Square üzerinde bulunan National Gallery'de bulduk. Inan bu galeriyi daha önce gezdiği için, galeri'nin map'ine nereden ulaşabileceğim bilgisini verip beni kapısının önünde bıraktı. Aralarında tanındık ressamların da olduğu oldukça büyük bir resim galerisi burası. Giriş ücretsiz.



National Gallery

Ben daha map'deki Van Gogh'un resiminin hagi salonda olduğunu ararken odalardan yayılan yağlı boya kokuları ile midemde garip bir hareketlilik hissettim. Resmi bulmuştum bulmasına, hatta karşısındaki taburede de abartmim midemdeki sıkıntı geçsin diye rahat 5-10dk oturdum sanırım. Ama geçmek bir yana, biraz daha orda kalsam, sanat galerisi benim midemin hareketliliğiyle farklı bir renge boyanacaktı. Birde bu galeri labirent gibi, çıkışı bulabilmek için baya bi zorlandığımı kabul etmem gerek. Allah'tan hemen yakınında umumi tuvaletler de var. Oraya koştum, mide bulantım had safhada beni soğuk soğuk terletsede hiç birşey olmadan geri çıktım. Inan'ı buldum. Durumu ona anlattım. Bu arada National Gallery'nin çıkışında ülkelere ait bayraklar beni o halimle bile etkilemeyi başardı :)


Biz, hemen ilk marketten bir soda alıp soho parka doğru yürümeye başladık. Sanırım Londra'nın çeşitli caddelerine de imza ata ata gitmişimdir :))) Soho parkın karşısında ki soho bar'da fazlasıyla nasibini aldı.




Neyse mideyi boşalttık artık rahatlamam lazım diye düşünürken. Ağrı ve sancı durumu baş gösterdi. Ertesi günde Bath'a gideceğimiz için, eve gidip dinlenmenin en iyi çözüm olacağını düşündük. Otobüse bindik yolda ben iyice fenalaşınca, yol üzerindeki Üniversite hastanesinde indik ve acilden giriş yaptık. Denzel Washignton'un İngiltere şubesi gibi bir Siyahi adamla ön kayıt yaptırdıktan sonra ilk girişim için beklemeye başladık. Sanırım 1 saat'in sonunda pratisyen bir hekim ilk kontrolü yaptı. Daha sonra dahiliye hekiminin görmesi için beklememizi söyledi. Akabinde 2 saate yaklaşan bir süre bekledik ve ne çağrılma ne bişey. Ben bekleme salonundaki sandalyelerin üzerinde bir sağa bir sola devrilmeye başlayıp sinirlerim had safhaya ulaşınca İnan gidelim yeter ne bekliyoz bakacakları yok diye dır dır etmeye başladım. Inan bize ne zaman sıra gelir diye yetkili birilerine sormaya gitti. Ne deseler beğenirsiniz? Sizden önce bir hasta daha var. Ona sıra 1 saate gelir, sonra da size. Ben gidelim boşver dedim. Tekrar sormaya gitti. Çıkabilir miyiz peki diye_? Cevap akıllara zarar :) Yetişkin insanlarsınız, kendi kararınızı kendiniz verin! Ben de bunun üzerine bir dk daha durmam hadi gidelim, uyursam ertesi güne bişey kalmaz diyip aksiyon aldım. Hakaten de öyle oldu. Yattım, dinlendim. Ertesi günde Bath'ın yolunu tuttuk. Peki bunca sıkıntıyı yaşatan neydi diye merak ediyor musunuz? onu da belirtim. Siz siz olun, yediğiniz içtiğiniz herşeyin son kullanma tarihine ilkin bir bakın. Ben birgün önce akşam yatmadan süt içmiştim. Daha sonra o süt şişesine tekrar baktığımda kullanma tarihinin 5 gün geçtiğini farkettim. Bir tam günümü bana zehrettiği aşikar!

Ama bu acı tecrübeyle birşeyi de fazlasıyla öğrendik. Size sağlık hizmetini sunuyorlar, lakin yetersiz!...

Sevgiler,

melek

 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...