24 Aralık 2014 Çarşamba

Kış Bastırınca Ben :)

Herkese Merhaba,

Ankara'da son bir haftadır soğuklar iyice hissettirmeye başladı. Bende de her yıl istinasız olan "ya çok üşüyorum" sendromu başladı. Lahana gibi giyinsemde ckk bu psikolojik midir, yoksa bende iflah olmayan, alışveriş manyaması mıdır henüz kararına varamadım :). Ancak bildiğim birşey var ki, her yıl bu aylarda ben çok üşüyom diye soluğu mağazaların kaban bölümlerinde alıyom. Gardrobumda, dağcı montundan, kaz tüyüne, kaşmir'den yününe her çeşit mevcut, ama bi farkla! Herbirinin hatrı sayılır eksikliği var gibi geliyor bana. Ya da bu yıl alışveriş listemde eksik olan ne diye sorunca aaaa kaban cevabı veriyor oluşum da olabilir :D.. Hatalar silsilemse, kabanları genelde kısa ya da araboy tercih edişim. Heryanım itinayla kapanmalı aga, öle dize kadar çizmeler, boyunda atkı, elde eldiven kafada şapka da kurtarmıyor durumu :))). Birde kış çocuğu olacam bu nasıl bir çelişkiyse :)). İşte bundan garii üşüyorum diye de kendimi ikna ediveriyom :D. Her yıl itinayla minimum bir kaban alan ben, umarım bu sezon doğru kararı veririm :)

Sevgiler...

MK

3 Aralık 2014 Çarşamba

Spora Ara VERME!!!

Merhabalar,

Başlıktan da anlaşıldığı üzre, spora ara vermede ne melen bir hata yapıldığını dilim ve kalemim döndüğünce vurgulamaya çalışıyorum :). Niye mi (?), alt psikolojimde iş bitirme hesabı aklımca yapmaya çalıştığım.. Nişanım sürecinde hazırlıklardan fırsat bulup gidemediğim spora, sonrasında da aniden bastıran soğuklarda hasta olurum korkusuyla gitmeyince, bir baktım neredeyse 2 aydır spor yapmıyom. Haliyle vücutta bir salıverme modu başladı başlayacak, eee gelin olcem formda da olmam lazım deyip karar verdim, bu akşam sahalara geri dönüyom :) Hemde ZUMBA ile :)
Spor kesinlikle yaşam şekli ve rutini olmalı... Önce ruh ve beden sağlığı için, sonra da göz sağlığı gerek tabiki :).. Aynalarda orantısız biriyle karşılaşmaya cesaretim yok henüz... Ancak, 30'lu yaşların başında olan ben için, yılların bu saatten sonra cömert davranmayacağı da aşikar, yıpranma ve yıkım sürecine doğru da ilerlerken ipleri elden bırakmamak gerek ;)

Spor dolu günlere...

Sevgiler,

MelekK.

26 Kasım 2014 Çarşamba

Bu Adamlar Çıldırmış Olmalı...

Şuan işteyim, ve fonda Pavarotti var...

Sizi bilmem ama, ben bu ezgilerde kendimi buluyorum, anlamını bilmediğim şeyleri de dinliyorum evet.. Hatta bazen etkisine kapıldığım eserlerin çevirisini de okuyorum. Özellikle de bir tasarım yapıyorsam, eserlerdeki çıkışlar da beynim daha bi çıldırıyor :)

https://play.spotify.com/artist/0Y8KmFkKOgJybpVobn1onU

Eğer sizde seviyorsanız bu tarz müzikleri, siteyi takip etmenizi tavsiye ederim ;)

Şahsen, çok sevdiğim bir arkadaşımın paylaşımı sayesinde bende vakıf oldum :)

Sinatra hayranı olan ben için, Sinatra ve Pavarotti'den My Way düetini birkez dinleyin en azından....

Sevgiler

MK




13 Kasım 2014 Perşembe

Pahabiçilemez İSTANBUL !!!

Merhaba,

Yoğunluktan yazmaya fırsatım olmadığı doğrudur :). İngiltere anılarımı kenara bırakıp, bu haftasonu yaptığım İstanbul kaçamağımdan bahsetmek istiyorum.. Evet her defasında alenen İstanbul aşığı olduğumu ifade etsemde yetinmeyip, yine övgülerime mahsar olacak bu şehirde ne delilikler yaptım onlara geçiş yapmak istiyorum hemen!!!! Bu sefer biraz gurme, biraz tarih, biraz aşk biraz da alışveriş olsun :)

İstanbul'a genelde karayoluyla ulaşmayı tercih eden ben, bi değişiklik yapıp uçuş planladım. İyi de yaptım. Ankara-İstanbul arası uçuş trafiği bi hayli yoğun, bir hafta öncesinden biletlerimi aldığım halde, otobüs fiyatlarından daha avantajlı olduğunu ifade etmem gerek. Cuma akşamı iş çıkışı soluğu Esenboğa'da aldım. Dönüşümse, pazartesi sabah uçusuydu. Böylece dolu dolu 2.5 günün hakkını da İstanbul'a verdim :)

Alanda sevgilimle buluşup, yemek için onun sürekli bahsettiği Tuzla'daki Tuzla Balıkçısına gittik. Deniz mahsulü sıcak mezeleri oldukça başarılı, sevgilim orada yediği Mısır ekmeğini anlata anlata bitiremesede görüntüsünden tutunda tadına kadar beğenmediğimi ifade etmem şart, Babaannemim ekmeğinin üstüne tanımam aga. O gün sevgilimin üniden arkadaşınında doğumgünü olduğu için yemekten sonra soluğu Caddebostan'da aldık. Sheriff Bar'da arkadaşlarıyla buluşup muhabbete daldık. Bu mekanı daha önce de defalarca tecrübeledim. Sevimli klasik bir pub'dan fazlası değil ;) 


***
C.tesi sabahı kahvaltı için tercihimiz antep usulü oldu. Pendik'te adı Gazi Burma olan bu yeri ilk gördüğünüzde baklava mı almaya geldik sorusunu düşünebilirsiniz. Ama peşin yargılı olmayın oturun bi tadın derim :). Melemeni meşhurmuş. Ben pek birşeye benzetemedim, olayı baklavada kullanılan tereyağından yapılıyo oluşuymuş ama sıcak ekmeklerine fıstıklı, kaymaklı balına laf edemem hakkını da veririrm :). Ve bir sonraki hedef tabisi benim için olmazsa olmaz olan Avrupa yakası :). Kadıköy sahilden vapurla eminönüne geçtik.. Yaşadığımı bu denli hissettiğim bir şehir daha yok sanırım!



İlk durağımız Edirnekapı, Eminönünden 38E otobüsleriyle 20-25dk sürüyor.. ve merakla izini sürdüğüm Kariye Müzesi. Müzenin iç alanında restorasyon olduğu için sadece görüşe açık olan yerlerini görebildim sadece :( Doğrusu, İstanbul'a ilkkez bu kadar hazırlıksız geldim!!!



Chora Church
Kariye, eski Yunanca'da kent dışı (kırsal alan) anlamına gelen Khora'nın türkçeleştirilmiş versiyonu :). Oldukça eski olan bu yapı zamanında Blakhernai Sarayına yakın olduğu için önemli dini merasimlerde saray şapeli olarak kullanılmış. Osmanlı zamanında Camiye dönüştürülmüş olsa da günümüzde Müze olarak hizmet vermekte. Görülesi bir yer !! Benim işte bu noktadan sonra hata zincirim başladı :( Buradan ver elini Balat yapacağıma, tutup Tekfur Sarayını görecem diye tutturdum. Ne mi gördüm? Edirnekapı surlarının bitiminde,  duvarların üzerinde bir cephesi kalmış olan ve yine restorasyondan dolayı ziyarete kapalı bir yapı! Tam hayal kırıklığı!

Tekfur Sarayı
Ben bu sinir havliyle hadi gidelim, bari, planımıza kaldığımız yerden devam edelim diye dır dır ederken, ana caddeye çıktık. Karşımızda Mihrimah Sultan Külliyesi vardı. Sevgilime gel hadi bari Mimar Sinan'ın bu ustalık eserini görelim, ben daha önce gördüm ama sende görmelisin derken otobüs geldi. Sevgilim boşver dönelim diyip o otobüse bindik mi? Otobüse dönüş değilde gidiş istikametinde binmiş bulunduk mu film orda koptu. Kocaman bir, mahalleler arası tur atıp, 1 saat 15dk sonunda eminönüne vardık :(. Ben tabisi klasik türk kadını çizgimden kaymayıp dırdırımı ettim :).
Otobüsten iner inmez hadi kapalı çarşıya antik fenerciye diye tutturdum bu seferde. Neyse, mısır çarşısına doğru yol aldık. Aman Allah'ım bu bi kabus! Insan kalabalığından hareket edemiyoruz. Resmen linç olacaktık. Kendimizi zor bela Mısır çarşısına attıp, bi çıkış kapısından da en az kalabalık olan caddeleri takip ederek, nihayet Kapalı Çarşıya vardık :). Bu seferde Erdun Collection'ı aramaya koyulduk. Kime sorsak bilmiyor, birde bize burada 300 sokak var siz hangisine gideceğinizi söyleyin öyle yardım edelim diyorlar. Tabisi keskin zekam akıllı telefonuma bakmayı akıl etti. Ve elimizle koymuş gibi de bulduk. Burası inanılmaz sevimli bir dükkan Sevgili Saffet Emre Tongüç'ün adreslediği kadar var. Evimiz için bende buradan fener almak istedim ama, sonraki programımızda sıkıntı olacak diye başka bir zamana alırım diye ötelemek zorunda kaldım. Şiddetle tavsiye ederim. Hem orjinal antik fenerler mevcut, hemde işletmenin antik görünümlü yaptığı fenerler.. Başka birçok objede var ama fenerler tüm ilginizi çekiyor ;). Fiyatları ise, antik olan beklediğiniz üzre pahalı, ama mekanın tasarımı olanlar alınabilecek niteikte :).

Tabi bu koşturmacada bir sonraki adresimiz Bakırköy'deki saatçiydi, ancak yollarda çok zaman kaybettiğimiz için birde Beyazıt - Bakırköy- bi hayli ters istikametler de olduğu için bir tercih yapmak gerekti. Ve ben Galata'yı tercih ettim. Beyazıt meydanından tramwayla Galata köprüsü ayağında inip, heybetli kuleye doğru yürümeye başladık. Sevgilim daha önce kuleye çıkmadığı için bu gezimizde çıkmak istedi. 8 yıl sonra yine aynı duygulardaydım İstanbul kanatlarımın altında. İstanbul denince nedense kitlendiğim tek nokta burası... İstanbul'a gelip, Galata kulesini görmeden, Taksimde İstiklal'de turlamadan İstanbul'a gelmiş gibi saymıyom kendimi. Burası beni benden alıyor... E bu kadar koşuşturmacada acıktık tabisi.. Asmalı Mescite daldık. O da ne? Kör Agop !!! hakaten var ve nihayet buldum desemde, maalesef giremedik :(. Bizde aparatif bişeyler atıştırıp 45lik bara eğlenmeye gittik... Burası çok yoğun talep alan bir mekan. İlkkez 2008 yılında Ahmet'le bu mekana gelmiştim. Mekan çok sıcak ve çok sevimli. Ama bırakın oturma lüksünü, ayakta masa yanında bile yer bulamıyorsunuz. Sürekli itiş kakış bir mod var içerde. 1 saat kadar kalabildik ama şarkılara eşlik edip dans etmek süperdi. Şayet anadolu yakasında kalıyorsanız. Taksim meydanından Bostancı, Kadıköy istikametine giden taxi dolmuşlar var. Onları kullanabilirsiniz. Biz öyle yaptık :).
***
Ve bir pazar miskinliğiyle güne uyandık. İlk hedef Hidiv Kasrı... ama kahvaltı 1 e kadarmış. Biz de tam 1'de orda olunca elimiz boş Moda'ya döndük. Orada bir mekanda kahvaltı yapıp Barış Manço Evi'ne gittik. Sanırım, çocukluğumun en başrol isimlerinden biridir Barış Manço.. orda çocukluk günlerime geri döndüm. Evi adım adım gezdim. Birde Adam Olacak Çocuk oldum :)

Hidiv Kasrı


Adam Olacak Çocuk


Sanırım 2 saatten fazla bu evde kaldım. Bu evden ayrılırken yüzümde hoş bir tebessüm vardı. Arkadaşım Seda'nın tavsiyesiyle Rumeli Çikolatacısı'nda yorgunluk molası verdik. Moda'da, Barış Manço evine yürüme 5-10dk mesafede olan bu mekan Selçuklu motiflerini taşıyan dekoratif çizgilere sahip. Sıcak çikolatası tavsiye ediliyor. Ama bana pek hitap etmediğini ifade etmem gerek. Sanırım tatlıyla aram olmadığı için beni biraz baydı. Çikolata tabağı almıştık bide ne akılsa, onlarda üstüne gelince böğğ oldum. Orada otururken ekşideki yorumları okuyup baya bi eğlendiğimi de itiraf etmeliyim. Bence isabetli yorumlar.




Günü sevgilimin abisi-yengesi ile buluşarak tamamlamak istesek de, programlar uymadığı için alternatif plan yapıp İstanbul'da en olmayacak şeyi yaptık! AVM :(. Kurtköy'deki Via Porta direksiyon kırılınca yine türk kadını çizgimi bozmadım tabisi :). Niye Üsküdar'a gitmek varken burdayız diye söylendim durdum :) Ama orda kahve içerken idrak ettiğim tek gerçek ayaklarım, ayak bileklerimdi kuşkusuz, resmen isyandaydılar! 2.5 günün çıkarımını ise gece yattığımda ağrılardan 1 saat boyunca uyuyamayınca anladım! Ama olsun be! İstanbul dinamik, yaşayan ve yaşanılası bir şehir. Ve ben bu şehri çok seviyorum... En kısa zamanda tekrarı olsun.. beni heyecanlandıran aşkıma İstanbul'uma kavuşma dileğmle :)

Sevgiler..

melek

21 Ekim 2014 Salı

Ingiltere'de Hasta Olmayın AMAN!!!!

Londra'daki 5. günüm..

Bu arada, İngiltere anılarımı okuyanlar bi korkacak diye düşünmüyor değilim hani!

Tatilin kötüsü olmaz da, istenmeyen gelişmeler yaşandığında, çözüm için, bulunduğunuz ülkedeki yaklaşımları gördüğünüzde hizmet anlayışını fazlasıyla anlayabiliyorsunuz.. Benim için öyle oldu..

Londra'da gezerken, oldukça fazla türkle de karşılaşabilirsiniz. Şaşırmayın Türkiye'de değilsiniz, ama türk yoğunluğu hissedilebilir bir başkenttesiniz, benim kaldığım lokasyona yürüme mesafesinde Sema Coffee bile vardı :). Ankara Antlaşması vizesi ile 5 yıl boyunca bu ülkede yaşayıp çalıştığınızda, vergilerinizi düzgün yatırdığınızda, banka hesaplarınızda belli bir para akışı da varsa, olumlu not alıp, bu ülke'de oturma iznine sahip olabiliyorsunuz.. Neyse, ben bu ülkeye nasıl yerleşilire değinmektense, orda ki hakaten bir facia olan sağlık sisteminden bahsetmeyi tercih ederim.

Ingiltere'de sağlık hizmetleri ücretsiz. Yani herkes'e hizmet veriliyor. Ilk etapta bu uygulama insan hakları açısından ele aldığınızda oldukça iyi gözükse de, sağlık problemi yaşayıp tedavi için bir hastaneye başvurduğunuzda yetersizliklerini de sıkıntılı süreçlerini de fazlasıyla tecrübeliyorsunuz.


O gün, güne oldukça güzel başladık. Otobüsten inip, Saray'a gideceğimiz hat üzerinde kokusuyla bizi davet eden waffle'cıyı da pas geçmedik. Şansa bakın Türk çıktılar iyi mi? :)

 
Buckingham Palace gezisinden sonra, yürüyerek önce park keşifleri yaptık.

Buckingham Palace


Bu parkta birde koluma talih kuşu kondu :P




Suratımdan anlaşılacağı üzre, midemdeki ilk gergin anlar
Caddeler boyu yürüyerek kendimizi Trafalgar Square üzerinde bulunan National Gallery'de bulduk. Inan bu galeriyi daha önce gezdiği için, galeri'nin map'ine nereden ulaşabileceğim bilgisini verip beni kapısının önünde bıraktı. Aralarında tanındık ressamların da olduğu oldukça büyük bir resim galerisi burası. Giriş ücretsiz.



National Gallery

Ben daha map'deki Van Gogh'un resiminin hagi salonda olduğunu ararken odalardan yayılan yağlı boya kokuları ile midemde garip bir hareketlilik hissettim. Resmi bulmuştum bulmasına, hatta karşısındaki taburede de abartmim midemdeki sıkıntı geçsin diye rahat 5-10dk oturdum sanırım. Ama geçmek bir yana, biraz daha orda kalsam, sanat galerisi benim midemin hareketliliğiyle farklı bir renge boyanacaktı. Birde bu galeri labirent gibi, çıkışı bulabilmek için baya bi zorlandığımı kabul etmem gerek. Allah'tan hemen yakınında umumi tuvaletler de var. Oraya koştum, mide bulantım had safhada beni soğuk soğuk terletsede hiç birşey olmadan geri çıktım. Inan'ı buldum. Durumu ona anlattım. Bu arada National Gallery'nin çıkışında ülkelere ait bayraklar beni o halimle bile etkilemeyi başardı :)


Biz, hemen ilk marketten bir soda alıp soho parka doğru yürümeye başladık. Sanırım Londra'nın çeşitli caddelerine de imza ata ata gitmişimdir :))) Soho parkın karşısında ki soho bar'da fazlasıyla nasibini aldı.




Neyse mideyi boşalttık artık rahatlamam lazım diye düşünürken. Ağrı ve sancı durumu baş gösterdi. Ertesi günde Bath'a gideceğimiz için, eve gidip dinlenmenin en iyi çözüm olacağını düşündük. Otobüse bindik yolda ben iyice fenalaşınca, yol üzerindeki Üniversite hastanesinde indik ve acilden giriş yaptık. Denzel Washignton'un İngiltere şubesi gibi bir Siyahi adamla ön kayıt yaptırdıktan sonra ilk girişim için beklemeye başladık. Sanırım 1 saat'in sonunda pratisyen bir hekim ilk kontrolü yaptı. Daha sonra dahiliye hekiminin görmesi için beklememizi söyledi. Akabinde 2 saate yaklaşan bir süre bekledik ve ne çağrılma ne bişey. Ben bekleme salonundaki sandalyelerin üzerinde bir sağa bir sola devrilmeye başlayıp sinirlerim had safhaya ulaşınca İnan gidelim yeter ne bekliyoz bakacakları yok diye dır dır etmeye başladım. Inan bize ne zaman sıra gelir diye yetkili birilerine sormaya gitti. Ne deseler beğenirsiniz? Sizden önce bir hasta daha var. Ona sıra 1 saate gelir, sonra da size. Ben gidelim boşver dedim. Tekrar sormaya gitti. Çıkabilir miyiz peki diye_? Cevap akıllara zarar :) Yetişkin insanlarsınız, kendi kararınızı kendiniz verin! Ben de bunun üzerine bir dk daha durmam hadi gidelim, uyursam ertesi güne bişey kalmaz diyip aksiyon aldım. Hakaten de öyle oldu. Yattım, dinlendim. Ertesi günde Bath'ın yolunu tuttuk. Peki bunca sıkıntıyı yaşatan neydi diye merak ediyor musunuz? onu da belirtim. Siz siz olun, yediğiniz içtiğiniz herşeyin son kullanma tarihine ilkin bir bakın. Ben birgün önce akşam yatmadan süt içmiştim. Daha sonra o süt şişesine tekrar baktığımda kullanma tarihinin 5 gün geçtiğini farkettim. Bir tam günümü bana zehrettiği aşikar!

Ama bu acı tecrübeyle birşeyi de fazlasıyla öğrendik. Size sağlık hizmetini sunuyorlar, lakin yetersiz!...

Sevgiler,

melek

 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...